Diyabet Müzesi’nde Yıl 1945

GenelDiyabet Müzesi'nde Yıl 1945
Prfile1Aşağıdaki yazıda, Amerikalı Tip 1 Diyabetli Richard Alvin V.’nin 1945 senesinde teşhis aldığı diyabetinin 21 bölümden oluşan hikayesinin ilk 3 bölümünden özetlenmiştir.
 
Yazının ilk 3 bölümü www.tudiabetes.org adresinden kendisi tarafından 2007 yılında yayınlanmıştır.
 
Yazıyı okuduğumda 1990’ların zorluklarından bahsettiğim için kendimden utandım. Kendisine inanılmaz saygı duydum, zorluk nedir yaşayan o nesiller olmuş.
 
Umarım okuyan tüm yeni diyabetlilere örnek olur.
 
Vanessa20102Umarım Richard bugün de çok iyidir, torunu ve ailesi ile mutlu mutlu yaşamaya devam ediyordur.
 

Öyküm Solak

 
Not: Esra’cım Prf resmi kendisi, diğer resim ise 2007 senesinde torunu Vanessa ile çekilmiş. Vanessa o resimde 7 yaşındaymış, Richard ise 68. Kendisi bugün 73 yaşında
 
 
Richard Alvin V.’nin Hikayesi

Ben Richard Alvin V., 1939 senesinde Virjinya’nın Roanoke kasabasında dünyaya geldim. Yaşadığımız yer merkeze oldukça uzaktı. Örneğin doktora gitmek istediğimizde, at arabası ve tren ile 24 saatlik yol alırdık. Zaten babam kardeşini, karlı bir gecede böyle bir yolculukta kaybetmişti. Annemin kızkardeşi ile dizanteriden ölmüştü. O yıllarda maalesef aşı bulunmamaktaydı.

Annemle babam evlendiklerinde annem 19, babam 27 yaşındaymış. Evlendikten sonra köydeki evlerinden kalkıp daha iyi bir yaşam kurmak adına kasabaya gelmişler. Tek odadan oluşan bir klübede yaşıyorduk. Klübe aslında annemin amcasına aitti. Bahçesinde babam işçi olarak çalışır ve ürünleri satardı. Ancak 1939 senesinin 10 Eylül günü ben doğduktan yaklaşık bir yıl sonra kiralık bir eve çıkmışız. Babamsa bir inek alıp süt satmaya başlamış. 1942 senesinde ise kız kardeşim doğdu. 1945 başlarında birkaç ay içinde suçiçeği ve kabakulak geçirdim. Sonrasında ise çok su içmeye ve hızla kilo kaybetmeye başladım. Yaz ortalarında bir deri bir kemik kalmıştım. Yemek yiyemiyor, sürekli su istiyor ve saatte 2-3 kez tuvalete gidiyordum. Ailem beni kasabadaki sağlıkçıya götürdü. O da bana, muhtemelen şeker içeren bir şurup verdi. Şurup tabii ki işe yaramadı. Yan kasabalarda gidilen iki doktordan da bir medet bulamadık. Bu süreçte zamanımın büyük kısmını kasabadaki ilkokulun tuvaletinde geçiriyordum. Öğretmen ise bu durumdan oldukça endişe duymakta, annemle sürekli durumumdan duyduğu endişeyi paylaşmaktaydı.

Nihayet aylar sonra gidilen dördüncü doktor diyabeti bilen biri çıktı. Hemen kanımdaki şeker miktarını kontrol etti. O doktor ziyaretinden aklımda kalan tek şey, annemin şeker yüksekliğimi duyduğu anda yüzünde oluşan ve beni de korkutan ifadeydi. Bu doktorun tavsiyesi ise uzakta bir doktora gittik. Dr. Davis diyabeti biliyordu, bugünkü “Endokrinolog” kavramına yakın bir doktordu. Hemen hastaneye yatırıldım ve bana domuz insülini verilmeye başlandı.Çok kısa bir süre sonra yemek yemeye ve kilo almaya başladım. Sağlığımın büyük kısmı geri gelmişti. Çok küçük olduğum için hastanedeki pek çok olayı hatırlamıyorum ancak ailem seneler sonra bana anlattığından hepsini biliyorum.

Hastaneden çıkarken Dr. Davis tarafından bizlere verilen tek tavsiye, şeker içeren ya da tadı şekerli olan şeyleri bir daha asla tüketmemem gerektiğiydi. Elimizde şişelerce insülin, cam şırınga ve iğne uları ile evimize döndük. Bir de elimizde mavi bir sıvı vardı: Benedict solüsyonu. Bu solüsyonu metal bir kaba koyup içine 8 damla idrar damlatır, günde 3 defa kaynatırdık. Sıvı koyulaşırsa kötü demekti. Ancak o zamanlar kaç kez koyu olduğuyla ilgili aklımda pek bir şey kalmamış. Her gün kahvaltıdan önce annem bacağımın kaslı bölgesinden iğnemi yapardı. İğnenin ucu çok uzundu. Tam ne kadardı bilemem ama bugün kullanılan büyük şırıngalar belki de iki katıydı. İğnelerin uygulaması çok acılı oluyordu. O acıyı çok net hatırlıyorum.

Henüz birinci sınıfta iken babam 10 dönüm arazi alarak bize ve amcamlara toplam 4 tane ev yaptı. Bu alan zamanla bir çiftliğe dönüştü. Sütümüz, sebzelerimiz, meyvelerimiz vardı. Yemekler harikaydı. Ben bol bol karbonhidrat alıyordum ancak doktor karbonhidratlarla ilgili birşey söylememişti. Şeker yemem yasaktı ve kesinlikle ağzıma koymuyordum. Buna rağmen idrar şekerim hep çok yüksek çıkıyordu. Kandaki duruma ise ancak altı ayda bir doktorun muayenehanesinde bakılıyordu. Bunun dışında bir ölçüm yoktu.

Okulda hiçbir zaman çok iyi bir öğrenci olmayı başaramadım. Ancak hiçbir dersten de kalmadım. Annemin en büyük korkusu okulda hipo yaşamamdı. Ben genelde hipoları gece yaşardım, çünkü gündüzleri bahçedeki meyveleri yer dururdum. Annem böyle zamanda bir bardak suda şeker eritip bana içirirdi. Bildiği tek müdahale buydu. Ancak okulda bunu yapamayacağından Dr Davis her dönem başı bir yazı yazarak oyunlara ve sporlara asla ama asla katılmamam gerektiğini belirtirdi. Herkes oynarken ben oturur onları izlerdim. Diğer çocuklar farklı olduğumu biliyordu. O nedenle bana yaklaşmıyorlardı. Ancak benimle dalga geçen de olmadı. Birkaç kez arkadaşlık kurma denemem oldu ancak çok da başarılı olamadım. Ancak annemi bu yaptığı için hiç suçlamadım. Sonuçta o dönem ben de okulda hipo yaşamaktan korkuyordum. Zaten o okulda da hiç hipo yaşamadım.

Bir de iğnelerin ucunun sivriltilmesi olayı vardı. Bizim o iğneleri içinde kaynattığım sularımız metal içeriyordu, bu da iğnelerde ciddi sorunlara yol açıyordu. Babam her sabah bu işi yapardı, yapmadığında o iğnenin derime batması çok zor oluyordu. 12 yaşıma kadar iğnelerimi annem yaptı. 12 yaşında ise ben yapmaya başladım. Koldan çok daha fazla acıyordu o nedenle bacağın arkasını kullanıyorduk. Çocukluğum boyunca karnımdan hiç insülin olmadım.

Dördüncü sınıftan sonra biz de aile olarak bazı şeyleri deneyerek bulduğumuzdan daha rahat davranmaya başladık. Bu tabii ki en çok beni rahatlattı. Sonraki sınıflarda spor derslerine katılmaya ve basketbol oynamaya başladım. Ayrıca herkesle muhabbet kurabiliyordum. Derslerim de çok başarılı hale geldi. Bütün bunlar sayesinde okulda parladım. Yine hipodan korkuyordum ama o yaşlarda da çok yaşadığımı hatırlamıyorum. Karbonhidrat tüketimim son hız devam ediyordu.

Çiftlikten kazandıklarımız durumumuzu oldukça iyi hale getirdi. Bu arada babam da merkezde daha iyi bir iş buldu. Böylece hep beraber taşındık. Babam bize o civardaki en büyük evi yaptı. Orada yaşayanlar da bizi çok sıcak karşıladılar. Yan komşunun oğlu Larry en iyi arkadaşım oldu. Zamanımızın büyük kısmını beraber geçirmeye başladık. Hatta o dönem çıkan siyah-beyaz televizyonlardan bile aldık. Ne muhteşemdi !

Son sınıfta öğretmenim koleje gitmemi önerdi. Ailemde o zamana kadar kimse koleje gitmemişti. Benim neden bu denli tutturduğumu anlayamadılar. Ama benim asıl kırıldığım, bunu diyabetim yüzünden yapamayacağımı söylemeleriydi. Ben yeterinCe akıllı bir insandım ve yapabilirdim. Babam benim postaneye girip çalışmamı önerdi. Bense ne olursa olsun koleje gitmek istediğimi… Annem ağlamaya başladı, babam asla para ödemeyeceğini söyledi. Ayrıca beni ikna etmek için ayrı bir ev yapmayı dahi önerdi. Ben o işe girip çalıştım, aynı zamanda akşamları da bir supermarkette. Haftada 30 saat çalışıyor 75 dolar alıyordum ve harcama yapmıyordum. Çevremden aldıklarımla ilk taksiti tamamladım. İkincisi dönem sonu ödenecekti….

 

6 YORUMLAR

  1. Evet eskiden bu hastalıkla basetmek daha zordu.Bu yüzden diyabetle bizim gibi uzun yaşayıp da hayatını normal sürdüren insanların yazdıklarını paylaşmak lazım.

  2. Aman Tanrım!Ben iğnelerin sivriltilmesi bölümünde bittim!Bu şartlarla 68-70 yaşlarına kadar yaşayabilmiş olması bir mucize bence!

  3. Bu arada sayfadaki profilinde belirttiği kadarıyla yazıyı yazdığı dönemde dexcom marka insülin pompası kullanmaktaymış ve son HbA1c değeri 5.7 çıkmış. Bu kadar etkileyici olmasa da bir tane 1930 senesinde teşhis almış, 80 senelik bir diyabetlinin hikayesini okudum. Kendisine teşhis ve ilk tedavi Frederich Banting tarafından yapılmış. Sonrasında da İngiltere’de DiyabetUK kurucusu Lawrence tarafından tedavisi devam etmiş. Onunda buna benzer bir hikaye yazmasını isterdim açıkcası yazı kısa bir yazıydı. Gerçekten tarihi bir karakter benim gözümde.

  4. cam şırınga döneminden ben de nasibimi aldım arkadaşlar. 1985 te teşhis konuşdugunda 8 yaşında idim. ilk enjeksiyonlarım cam şırınga ileoldu. taburcu olduktan sonra da cam şırınga, kalın iğne ucu ile insülin oldum. evde piknik tüpü üzerinde metal bir kap içinde cam şırınga ve metal iğne uçları kaynatılırdı,soğutulup insülinle doldurulurdu. neler yaşadık neler… şuan pompa kullanıyorum. çeviriyi Öyküm yaptı sanırım, ellerine sağlık arkadaşım…

öyküm solak için bir cevap yazınCevabı iptal et

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Diğer yazılar

%d blogcu bunu beğendi: