Tuna Bebek ve Diyabet
26 şubat 2012…
Hayatımdaki göğün gürlediğini hissettiğim ilk gün. Şiddetli, kulaklarımın zarını yırtarcasına bir gürleme. Ardından güçlü, gri bir bulut, bardaktan boşalırcasına akan gözyaşlarım ve bu gözyaşlarımın aktığı gözlerimin yavrumun beni teselli edecek iyi haberini verecek birini araması.
Yaşadık o günü, daha şiddetlisini yaşamak istemiyor insan, sel olmasın, yıldırım düşmesin diyor.
İşte o gün 623 mg/dL kan şekeri değeriyle yatışımız yapıldı hastaneye. Oğlum kollarımızın arasında yarı baygın gözlerle bizlere gülücükler atarken biz ise endişemizi ona belli etmemeye çalışıp yüreğimizle hıçkırdık. Teşhis kondu. Tip 1 diyabet… yaşam şekli dedi doktorlar, artık böyle tanımlanıyormuş tıp camiasında. Tabi komplikasyonlar oluşuncaya kadar yaşam şekli, kötü sonuçlar meydana gelirse en dallı budaklı hastalık kendisi.
Nerden geldi, nasıl bizi buldu, ya da bula bula bizi mi buldu derken, isyan etme dedim kendi kendime. Kabullenmekten, şoku en kısa zamanda üstünden atmaktan başka hiçbir şey fayda sağlamazdı. Sağlamazdı da daha bir yaşında bile değildi benim dünyam… henüz dokuz aylıktı.
Hastanede bir an olsun yanımızdan ayrılmadan, kendi üzüntüsünü bize belli etmeden duran ve bana güç veren babamız, benim biricik eşim en büyük destekçim oldu. Diyabet hemşireleri bizlere verdikleri diyabet eğitim kursundan sonra iğneyi elime sıkıştırıp “şimdi sıra sende, artık her şeyi öğrendin nasıl olsa” dediğinde bebeğimin yaşamının artık buna bağlı olduğunu ve bunun onun, benim, bizim bir parçamız olduğunu düşündüğüm sırada eşimin bana bakışlarıyla verdiği güç sayesinde bebeğimin o zar gibi ince derisine insülin iğnesini sapladığımda ve o yürek acısını hissettiğimde annelik bu acı mı acaba diye düşündüm. Olgun bir insan gibi davranan bebeğim gık bile demeden benim insülini derisinin altına zerk edişime bakıyor ve durumu yadırgamıyordu. Bize yardım etmek ister gibiydi.
En zoru hangisiydi yaşadığımız bu süreçte? Oğluma her gün günde 4 kez iğne yapmak mı, günde sekiz kez parmağını delip şekerine bakmak mı, karbonhidratlarını ayarlamak mı derken teşhisimizin konmasının üstünden birkaç ay geçmiş oldu bile.
Sıkıntılarımız hala devam etse de daha bir alıştık bu YAŞAM ŞEKLİ’ne. Bazen henüz çok küçük diye düşünsem de yaşamının ilk yıllarında bununla karşılaşması belki de onu daha disiplinli daha titiz yapar diye de düşünmüyor değilim. Avuntu elbette. Diyabet belirtileri böyle…
Biliyorum daha sıkıntılı rahatsızlıkların olduğunu ve bir sürü küçük yavrunun daha akılları bile ermeden anne babalarıyla beraber bunların mücadelesini verdiklerini. Hatta hastanede yattığımız günlerde orada diyabetten bulunduğumuzu söylediğimiz birkaç ebeveyn bana ve eşime keşke bizim de diyabet olsa dediğinde halime şükretmem gerektiğini daha bir anladım. Başa gelene katlanılıyor. Zaten bu alanda çalışmaların da yapıldığını ve hatta olumlu gelişmeler elde edildiğini de sürekli duyuyor ve okuyoruz. Umudumu hep korudum. Her ne kadar diyabetle arkadaş olarak yaşamayı öğrenmeye çalışsak ve ona zamanla alışsak da biliyorum ki bir gün onun bizi terk etme günü gelecek ve o zaman işte bir daha bizi muzdarip etmeyecek olan bu eski dostu, onunla bir daha inşallah köşe başında bile karşılaşmamak üzere el sallayarak geçireceğiz. Bunun yanı sıra onunla birlikteyken edindiğimiz o disiplinli yaşam şekli de ondan bize miras kalacak ve bu da daha bir düzenli hayat sürmemizi sağlayacak.
Takipçimiz : Melek Yener
iyi ki sizlere rastlamışız…
iyi günler..