Ben ve Dostum Diyabet

Sizden GelenlerBen ve Dostum Diyabet

Eylül 2005

Bir sabah uyandığında kendini hiç rahat hissetmiyordu. Sanki üstünde, bir baskı vardı. Sıkıntılıydı ve rahatsızdı. Adı Hakan ve dokuz yaşında. Upuzun saçlı, kahverengi gözlü, çalışkan biri. Tek bir sıkıntısı vardı “kilosu”. Yaşına göre oldukça fazla kiloluydu. Peki o bundan rahatsız mıydı? Hayır. Dokuz yaşında bir çocuk ne bilirdi şişmanlığı. Her şey toz pembeydi onun için.

Bir akşam Hakan, kendini mutfağa attı ve dolaptan eline geçen ilk su şişesini olduğu gibi kafasına dikti. Yalnız bu ona yetmiş miydi? Şimdilik yetmişti. Odasına yatmak için tekrar geri döndü. Üzerinden on dakika geçtikten sonra, tekrar susadığını fark etti. Sanki ağzının içi Sahra Çölü gibiydi. İçtiği sular yok olup gitmişti içinden bir anda. Tekrar mutfağa gitti ve bir su şişesini daha kafasına dikti. O da ne? Böbreklerinde bir hareketlenme oluyordu. İlk başta içtiği suyun hepsini atmıştı sanki. Odasına gidip yatağını topladı. Ağzı hala kuruydu ve deli gibi su canı istiyordu. Sonu yoktu bu isteğin. İçeri gidip annesini uyandırdı. Annesine söylemekten korkuyordu acaba hasta mıydı? Üşütmüş müydü? Gelip geçici bir rahatsızlık mıydı? Bir süre söylememeyi düşündü. Okullar o zaman tatildi. Bundan 1 ay önce de sünnet olmuştu ama daha onun şokunu atlatamadan bir de bu belirtiler çıkmıştı başına. Acaba sünnet olurken aşırı korktuğu için miydi bu belirtiler? Dokuz yaşındaki bir çocuğun bunları düşünmesi için çok erken bir zamandı. Onun koşup, eğlenip iyi vakit geçirmesi gerekiyordu. Sabah kahvaltısını annesiyle ettikten bir iki saat sonra sanki su ihtiyacı daha fazla artmıştı. Mutfağa doğru yürüdü ve bir şişeye yakın suyu midesine indirdi.

Hayatını bu şekilde iki üç gün devam ettirdi. Üçüncü günün sonunda ağzında yaralar, dudaklarında çatlamalar olduğunu fark etti. Neler oluyordu vücudunda artık söylemeli miydi ailesine? Dokuz yaşında olan bir çocuğa göre aşırı zeki düşünen biriydi. Geç kalırsa belki geri dönüşü olmayan sonuçlar doğabilirdi. O günün akşamında tam ailesine söyleyecekken ağzındaki çatlakları gören babası ”Oğlum, dudağındaki çatlaklar çok kötü görünüyor bu belirtiler bende de olmuştu. Yarın annenle git de kan şekerine baksınlar.” dedi. Babası da iki sene önce Diyabet hastalığına yakalanmıştı. O, Tıp-II olan hafif yani erişkin Diyabet hastasıydı. Fakat oğlu o kadar şanslı değildi.

Ertesi sabah annesiyle birlikte en yakın sağlık ocağının yolunu tuttular. Sabahın serinliği, kuşların cıvıldayışı ortamı rahatlatmaya yetmiyordu. Hakan, belli etmese de çok endişeleniyordu. Annesi ondan daha endişeliydi. Ya oğlu şeker hastası olduysa? Napardı, nasıl yaşardı, kaldırabilecek miydi o kadar sorumluluğu, yemesine içmesine dikkat edebilecek miydi? Yol boyunca bu düşünceleri sırayla aklından geçirdi durdu. Sonunda sağlık ocağına vardılar, ilgili laboratuvarın önünde beklemeye başladılar. Hakan hiçbir şeyden habersiz öylece bekliyordu. Bir şeyler hissediyordu belki ama çocukluğunu verdiği bir şeyden dolayı o kadar da korkmuyordu. Hemşire annesiyle Hakan’ı içeri aldı ve Hakan’ın kan şekerini ölçme hazırlıklarına başladılar. O dakikadan sonra hastane kabusu Hakan için başlamaya başladı. Mavi renkli bir çekmeceden metal bir alet çıkardı hemşire ucu sivri. Her çocuğun iğneden korkması gibi Hakan da korkmuştu ondan ama buna alışmak zorundaydı bilmiyordu ki hayatı bundan sonra hep iğnelerle geçecekti. Hemşire güler yüzlü sohbet havası içerisinde parmağını deldi ve parmağındaki bir damla kanı makineye değdirdi, şekeri 354mg/dl çıkmıştı. Hemşire, ”Acilen daha büyük bir araştırma hastanesine gitmeniz gerek hem de çok acil!” dedi. Annesi ne diyeceğini bilemedi kitlendi kaldı ”Tamam hemşire hanım kolay gelsin” diyerek oradan ayrıldılar. Evin yolunu tuttular eve dönerken annesi Fatma Hanım ağlamamak için kendini zor tutuyordu… Ama gözyaşları için için akıyordu. Hakan sordu, ”Anne neden ağlıyorsun bana bir şey mi olacak?”. Annesi, ”Hayır oğlum sadece hayat tarzında bazı değişmeler olacak onun dışında hiçbir şey olmayacak sana” dedi.

Eve geldiklerinde Fatma Hanım, babası Erdoğan Bey’e olanları anlattı. Aslında babası çok önemli bir şey yapmıştı. Eğer o oğlununun şeker hastası olabileceğini tahmin etmeseydi belki Hakan komaya girebilirdi ileriki evrelerde. Hemen bir araştırma hastanesinin yolunu tuttular. İzmir’de yaşıyorlardı. Alsancak’taki bir çocuk araştırma hastanesine geldiler. Hastanenin büyük çocuk servisine çıktılar. İlgili yerlerden kayıtlarını yaptılar bir daha şekeri ölçüldü. Tekrar çıkmıştı çekmeceden o iğne. Hakan, ufak ufak başına ne geldiğini kestirmeye başlamıştı. Tekrar ölçülen kan şekeri bu sefer 462 mg/dl çıkmıştı acilen tedavi altına alınması gerektiğini söyledi doktorlar. Yatış işlemleri gerçekleşti güzel bir hemşire geldi Hakan’nın yanına aralarında çok sevimli bir muhabbet geçti:

  • Kaç yaşındasın Hakan söyle bakalım nereden geliyorsun hastanemize?
  • Gaziemir’den geliyorum dokuz yaşındayım açıkçası buraya neden geldim, ne rahatsızlığım var bilmiyorum.
  • Korkacak hiçbir şey yok sana her şeyi anlatacağız hayatında küçük değişiklikler yapacağız onun dışında her şey olduğu gibi devam edecek.

Hemşire çekmeceden uzun bir şey çıkardı. İçinde iğne dışında plastik bir kaplama olan küçük bir boru neydi ki o? Hemşire, ”Serum yolu takacağım sana” dedi. Hakan, soğuk kanlılıkla eline iğne batırılmasını serum yolu açılmasını seyretti. Bu sırada hastaneye Fatma Hanım’ın eskiden beri çok yakın arkadaşı olan Ayfer Hanım da gelmişti. Hakan’ın yanında bekliyorlardı aralarında geçen muhabbet şu şekildeydi Fatma Hanım ağlayarak:

  • Ah! Ayfer Ah! ömrü boyunca çekecek bunu yavrum nasıl yaşayacak daha dokuz yaşında. Perhizine nasıl dikkat edecek nasıl yapacak iğnesini?
  • Üzülme güzelim Hakan akıllı çocuk eminim kendine iyi bakacaktır tek şeker hastası o mu? Onun gibi kaç tane Diyabet hastası var.

Hakan, ”Nasıl yapacak iğnesini?” lafını ileriden işitti.

Biraz korkmaya başladı hemşireye sordu: ”Ömrüm boyunca iğne mi kullanacağım ben?”

Hemşire :”Anlatacağım tatlım sana hepsini korkacak hiçbir şey yok senin gibi milyonlarca şeker hastası arkadaşın var hepsini anlatacağım sana merak etme.”

Ayfer Hanım Hakanlar’ın evine iki-üç parça eşya, çamaşır almaya gitmişti. Hakan ve annesi büyük çocuk servisindeki bir odaya yattılar. Hakan’a serum bağlandı ve İnsülin iğnesi yapıldı. 1.5 saat sonra serum çıkarıldı ve Hakan’ın yanına hemşire geldi. ”Seninle hastaneyi yolculuğa çıkacağız. EKG’ne, EMG’ne ve gözlerine bakacağız.” dedi. Bunlar da neydi ki? Garip garip isimler belki de eğlenceli olabilirdi. Hakan’ın kalbine, sinirlerine ve gözlerine bakıldıktan sonra tekrar odasına getirildi. Sıra gelmişti akşam yemeğine. Koridorun tam ortasında bir oda vardı yemek vakitlerinde tüm şeker hastaları orada toplanırdı. Ortak bir amaç için tabi ki de, insülin. Yemekten on beş dakika önce herkesin belirlenmiş dozlarda insülini yapılırdı. Sonra koridorda on beş dakika yürüyüş yapılırdı. Sıra geldi yemek saatine. Bir tane tabldot geldi üstünde ismi yazıyordu kendini özel hissetti bir anda belli porsiyonda konmuş bezelye, pilav ve gramına kadar ölçülmüş ekmek dilimi. Fakat bir problem vardı Hakan hiçbir sulu yemeği yemezdi ki! Hayatını makarnalar ve mercimek çorbası üzerine inşaa etmişti neredeyse. Başa gelen çekilir tabldottaki yemekleri yemek zorundaydı yedi de.

Diğer gün hemşire Hakan’ın yanına geldi. Hastalığı hakkında bilgi vermeye hem de kullanacağı insülinleri anlatacaktı. Hemşire anlatmaya başladı:

  • Bak Hakan, dünyadaki tek şeker hastası sen değilsin. Senin gibi milyonlarca hasta var ve onlar da senin gibi yaşıyorlar. Günde dört kere iğnesini yapıyor, perhizini yapıyor, dengeli besleniyorlar. Günde dört kere insülin iğnesi yapacaksın ben iğneni kendin yapmanı öneririm daha çabuk alışırsın. Günde en az üç kere kan şekerini ölçeceksin. Vücudunun yapamadığı ilaç kontrolünü sen yapacaksın. Bu zor bir şey mi? Elbette değil hayatını hastalığına adapte ederek uzun yıllar hastalığının vücuduna zarar vermesini engelleyebilirsin. Şimdi sana kullanacağın insülinlerden bahsedeyim. Günde üç kere Novorapid kullanacaksın, bir kere de Lantus. Dozlarının ayarlanmasını kendi doktorun yapacak. Sana yemen gereken yemekler hakkında daha detaylı bilgiyi diyetisyenin verecek hadi bakalım benim işlerim var şimdi görüşürüz.

Günler geçti on beş günün ardından Hakan hastaneden taburcu oldu. Yeni insülinleri ve şeker ölçüm cihazıyla hayatında başka bir dönem başlamıştı artık. Hastalığa alışması hiç zor olmadı aslında iğnesini kendi yaptı, şekerini kendi ölçtü. İlk üç gün her şey çok güzeldi ta ki evde pirinç pilavı pişene kadar. Hakan, pirinç pilavını çok severdi hatta abilerinden saklardı evde piştiği zaman. Pirinç onun en büyük düşmanıydı neredeyse iki yemek kaşığı yeme hakkı vardı ama o en az iki tabak yerdi. Nasıl dayanacaktı ki buna? Zor oldu ama dayandı az yemek zorundaydı. Okullar, Hakan hastanedeyken açılmıştı zaten on gün kadar gidememişti sonunda okuluna gitmeye başladı. Hastalığı, okulda ona bir engel olmamıştı. İğnesini buzunda taşıdı havalar soğuyasıya kadar öğle yemeğini okula annesi getiriyordu. Ara öğünleri vardı. Öğretmeni çok anlayışlıydı dersin ortasında elma yiyebiliyordu.

Mart 2010

Hakan, şeker hastası olalı beş yıl geçti. Artık on dört yaşında. Bazı şeylere artık aklı daha iyi basıyordu. 2009 yılının yaz tatilinde oldukça hareketsiz bir tatil geçirmişti. Kan şekerini çok kontrol altında tutmamıştı. Ondan olsa gerek mart ayının başına doğru, okulda tahtadaki yazıları okuyamamaya başladı. Yorgunluğuna, uykusuzluğuna verdi iyice uyudu ve dinlendi. Ertesi gün okula gittiğinde tahtadaki yazıları yine okuyamadı. Bunu annesine bildirdi hemen bir göz doktoruna gittiler. Ayrıca üç ayda bir bakılan HBA1C randevusu da gelmişti hem ona baktırıp hem de göz muayenesine gittiler. Tahmin ettikleri gibi olmuştu Hakan’ın gözleri bozulmuştu göz diplerinde bir problem yoktu fakat uzağı göremiyordu. Doktoru miyop teşhisi koydu ve gözlük verdi. O da artık gözlüklü biriydi. Buna çok çabuk alıştı hatta gözlüksüz duramaz hale geldi hiç gözlük kullanmaktan yakınmadı bile.

Hastalığı Hakan’ın üstünde bazı etkiler bırakmaya başladı zamanla. Psikolojik olarak daha çabuk sinirlenmeye başladı. Olmadık şeylere gereksiz yere sinirleniyordu. Ama hayatının işleyişini çok fazla etkilemiyordu. Bu sinirliliğinin aksine oldukça sakin, neşeli, eğlenceli, her ortama ayak uydurabilen bir çocuktu o. Eylül 2010’da liseye başladı yeni arkadaşlar, yeni dostluklar edindi. Hastalığına artık iyice adepte olmuştu ama atlatamadığı tek bir şeyi vardı, ”kilosu”. Hiçbir zaman kilo veremedi bazı zamanlarda sadece 3-4 kg verdi onun dışında ideal kilosuna hiçbir zaman kavuşamadı. Bu durum da kan şekerinde dengesizliklere yol açtı.

Ağustos 2015

Lise hayatı sona erdi. Hakan için yeni bir dönem başlayacaktı, ”Üniversite Hayatı”… Liseyi bitirir bitirmez üniversiteyi kazanamadı .Bir sene hazırlandı ve “Gastronomi ve Mutfak Sanatları” bölümünü kazandı. Evet, bir yemek aşçılık bölümü ona fazlasıyla ters bir meslekti. Lisesi elektrik bölümüydü. Yanlış yoldan gittiğini fark etti ve bölümünü değiştirdi. Tam bir ay sonra şeker hastası oluşunun 10.yıl dönümü olacaktı. 10 yıl oldu ama hala vücudunda bir komplikasyon gelişmedi. Bu durumdan dolayı kendiyle gurur duyuyordu, arada hastalığının verdiği üzüntü ağır gelse de genel olarak iyice alışmıştı hastalığına. Ailesi, arkadaşları yakın çevresi ona bu konuda oldukça iyi destek oluyordu.

O, artık üniversite hayatına başlayacak yeni eğlencelere, dostluklara yelken açacaktı. Kilosuna her ne kadar sahip çıkamasa da bilinçli, tecrübeli 10 yıllık bir şeker hastası olarak çevresindeki şeker hastalarına örnek olmaya her zaman devam edecek.

-SON-

Okurlara Kısa Sözler

Sevgili okuyucularım, bu yazmış olduğum hikaye tamamıyla, hiçbir değişme yapılmadan yazılmış Diyabet hikayemdir .Elbette zorlandım hastalığa ilk yakalandığım zamanlar fakat alışılıyor bu duruma. Size diyeceğim bazı şeyler var:

  • Şeker hastalığı son demek değildir!
  • Şeker hastalığı sağlık demektir!
  • Şeker hastalığı uzun ömür demektir!
  • Kesinlikle ideal kilonuzun dışına çıkmayın!
  • Sağlıklı beslenin!
  • Unutmayın! Sağlığınız sizin elinizde.
  • Milyarlar verseniz de satın alamayacağınız tek şey sağlığınızdır.

Hikayemi okuduğunuz için teşekkür ederim esenle kalın…

Hakan Anık

3 YORUMLAR

  1. Sevgili hakan merhaba,
    Şekerdaş mı desem yoksa kaderdaş mı bilemedim:) bende 10 yaşımda şekee hastası oldum, kendi iğnemi kendim yaptık, okula gittin, liseli, üniversiteli oldum, büyüdüm, evlendim, şimdi ise belki anne olacağım. Hayat bize küçükken büyük olmayı öğretti. Ama şu açıdan bakarsak çok şanslıyız. Hastalığımızda bizimle beraber büyüdü öyle değil mi? Hatta bizi o büyüytü belkide. İlk sevinçlerimize, mutluluklarımıza , başarılarımıza o da eşlik etti. Hemde sağlıkla?? bizler büyümüşde küçülmüş değilde küçükken büyüyenlerdeniz:) biz iyiki böyleyiz. Düşünebiliyomunuz şu anda belki bizim hikayelerimiz başkalarının dayanma direnme metanetli olmaları için bir kaynak, bir güç oluyordur.

    Hep diyorum en şeker biziz:)

  2. Sevgili Hakan merhaba..
    Ben de yaKlaşık bir yıldır diyabetl annesiyim. Hikayeni okurken kendi oğlumu gözlerimin önüne getirdim. Şimdi 11 yaşında ve geleceği nasıl olacak? Diyabet hayatını nasıl etkileyecek? Sadece o değil kendim için de yapabilecek miyim başarabilecek miyim gibi soru ve tereddütlerle yaşıyoruz.. Geçen yaz onu kampa gönderdim ve onu yolcularken ilk defa bu kadar pırıl pırıl genç elbette diyabetli gördüm.. Tarifi mümkün olmayan duygulara kapılıyor insan.. Senin gibi parlak gençlere çok fazla ihtiyacımız var.. Hem okudugun bölümle ilgili diyabetliler için elbette ki sağlıklı yaşamak isteyenlet için tabiki faydalı bir şeylrr sunarsın.. Hayatında şans diliyorum …

Bir yorum yapın.

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Diğer yazılar

%d blogcu bunu beğendi: